MUHYİDDİN ARABİ SÖZLER
“..İnsan aceleci yaratılmıştır. Mümkün bir varlık olması bakımından, hakikatinin verdiği yoksunluktan korkar. Bu nedenle dayanacağı meyledeceği şeye yönelir..”
Her söz sâdir oIduğu kaIbin kisvesine bürünmüş hâIde ortaya çıkar…
“ Hayrı ve şerri Allâh’tan bilen nefis ve şeytândan bahsetmez. Çünkü âyeti celîlede: “Kul küll-ü min indillâh”, “Söyle Yâ Muhammed, her şey Allâhdandır” vârid oldu.
“..Mertebeler ve mekanlar değişir, haller başkalaşır, fakat varlık tektir.”
Biliyorsun ki senin sabrın, ancak Allah’tan gelmektedir.
Senin zatından ya da çevrenden ya da kendi gücünden değil.
Nitekim Allah şöyle buyuruyor; “Sabret; sabrın ancak Allah’tandır.” (Nahl-16/127)
Konuşmalarının anlaşılmasını istiyorsan, herkesin anlayabileceği şekilde konuş.
Bu yetenek; ilim adamlarının yanına cahil olarak varmakla, zahidlerin yanına, dünyayı bırakarak gitmekle, irfan ehlinin yanına varınca da susmakla kazanılır.
“Hz. Peygamber ‘söyleyen veya iman eden’ dememiş, bilgiyi zikretmiş ve şöyle buyurmuştur: ‘Allah’tan başka ilah olmadığını bildiği halde ölen kimse cennete girer.’ Allah’ı birleyen herkesi Allah cennete sokacak -başkasını değil-, nebiler ve müminler de iman sahibi büyük günah sahiplerine şefaat edecektir. Çünkü nebiler hayır getirmek üzere gönderilmişlerdir ve bu hayır imanla ilgilidir. Peygamber gönderilmeyen veya fetret döneminde bulundukları için iman etmeyen muvahhitlerden her biri tek başına bir ümmet olarak diriltilecektir. Kendilerine peygamber gönderildiği halde Yaratıcının birliğini bilmekle birlikte peygambere iman etmezse, cehennemliktir. Böyle bir insan ateşten Yaratıcısının çıkartmasıyla çıkabilir (şefaatle değil). Çünkü ateşte ebedi kalmak, nassın bildirdiğine göre, hangi tarzda tevhide ulaşırlarsa ulaşsınlar tevhit ehli için söz konusu değildir. Cehennemde sadece Allah’a şirk koşan veya bir kuşkudan veya hakkı verilmiş teorik bir araştırmadan kaynaklanmadan Allah’ın niteliklerini reddedenler (muattıl) kalabilir. Öyleyse cehennemde sadece teorik araştırma gücüne sahip oldukları halde araştırmayı yapmayan taklitçi müşrikler ve muattıl olan kalabilir.”
“..Öyleyse bedenin temizliği ibadet ve temizlenme maksadıyla suyla yıkanmak,
batının -ki kalptir- temizliği ise, dostluğu kazanmak için [yaratıklardan] yüz çevirmekle
gerçekleşir. Hakka ancak yaratıklardan yüz çevirmekle dostluk kurulabilir.
Çünkü onlara Hak ile değil, kendi nefsinle bakıyordun.”
“..Varlıkların tek hakikat olduğunu düşünenler de bu görüştedir. Fakat söz konusu kişi, bunun nasıl olduğunu bilemez ve dolayısıyla sürekli edebe aykırı hareket eder, çünkü o, bir zevk olmaksızın bunu elde etmiştir. İnsanların bedenlerini yönetenin tek bir ruh olup Zeyd’in ruhu ile Amr’ın ruhunun aynı olduğunu ileri sürenlerin görüşü budur. Bu konuda başka pek çok yerde zikrettiğimiz büyük bir hata vardır. Çünkü böyle bir durum, Zeyd’in bildiğini Amr’ın bilmesini gerektirir, çünkü her birinde bilen, onların ruhudur ve (bu iddiaya göre) o da tektir. Bir şey, bir konuyu hem biliyor hem bilmiyor olamaz..”
“..Ruhların canlılığı, özlerinden kaynaklanan bir canlılıktır. Bu nedenle her ruh sahibi, kendi ruhuyla diridir..”
“..insanın hakikati felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. insan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir. Bu tahrik, doğa ve feleğin altında bulunan hayvani ruha aittir..”
“Herkesin bir itikadı vardır. Başkasında kendi itikadının aynısını görmesi mümkün değildir. Çünkü her insanın öz ismi (Rabb-i Has’ı) ve esmâ terkibi kenine özeldir. Şimdiye kadar iki tane aynı birey ve birim var olmamıştır. Bundan dolayı da bir kimsenin düşüncesi başka birisinin düşüncesiyle karşılaşınca birbirlerine mutlaka ters düşen konular oluşur. Anlaştıkları konular ise Rabb-i Has’ları dışındaki ortak esmâ mânâlarından kaynaklanır…”
“Doğaların farklı yaratılmış olması bilinen bir husustur. Çünkü doğalar birbirine zıttır ve herkes bunu idrak eder. Bu nedenle doğa aleminde tartışma inkar olunamaz. Halbuki doğanın üzerindeki alemde tartışmanın varlığı inkar edilir. Allah ehli varlıkta tartışmanın ve nizanın bulunduğunu kesinlikle reddetmezler. Çünkü onlar ilahi isimleri ve onların alemin suretinde olduklarını bilirler. Hatta Allah alemi onların suretinde yaratmıştır. Çünkü asıl olan ilahi isimlerdir ve onlarda karşıt ve muhalif, uygun ve birbirine yardım eden isimler vardır.”
Fütuhat , c14,s45
İnsan için meydana gelen her bilgi hatırlamadır ve Allah ehlinden başkaları bilmenin hatırlama olduğunu fark etmez…
“..Nefs, ilahi üflemeyle, düzenlenmiş beden arasında (berzah olarak) ortaya çıkmıştır. Mizaç
kendisine etki eder ve nefisler derece derecedir. Çünkü ilahi üfleme yönünden bir
derecelenme söz konusu değildir. Derecelenme kabiliyetlerde olabilir. Öyleyse onun bir yönü
doğaya bir yönü ilahi ruha dönüktür…”
“ Sadece ; doğru, daha doğru, kamil ve daha kamil olan vardır. “
“Kimisi , rahmani ahlakı göz önünde bulundurarak insanları davet eder. Kimisi , zorlayıcı ahlakı esas alarak davet eder. Bazısı da ilahi ahlak esasında insanları çağırır ki, en yüksek ve yüce babdır.
Nurlar Kitabı ( Risaleler- 2 , sf:34 )
“..Varlıkların tek hakikat olduğunu düşünenler de bu görüştedir. Fakat söz konusu kişi, bunun nasıl olduğunu bilemez ve dolayısıyla sürekli edebe aykırı hareket eder, çünkü o, bir zevk olmaksızın bunu elde etmiştir. İnsanların bedenlerini yönetenin tek bir ruh olup Zeyd’in ruhu ile Amr’ın ruhunun aynı olduğunu ileri sürenlerin görüşü budur. Bu konuda başka pek çok yerde zikrettiğimiz büyük bir hata vardır. Çünkü böyle bir durum, Zeyd’in bildiğini Amr’ın bilmesini gerektirir, çünkü her birinde bilen, onların ruhudur ve (bu iddiaya göre) o da tektir. Bir şey, bir konuyu hem biliyor hem bilmiyor olamaz..”
“..insanın hakikati felekten oluşmuş değildir. Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir. insan ruhunun bedende döngüsel olan veya olmayan bir tahriki söz konusu değildir. Bu tahrik, doğa ve feleğin altında bulunan hayvani ruha aittir..”
Hamd, eşyayı (şeyleri) yokluktan ve yokluğun yokluğundan İzhar eden Allah’adır.
“..Suret gelişi bakımından hak iken gidişi bakımından batıldır.
Binaenaleyh suret ortadan kaldıran-ortadan kaldırılan şeyin kendisidir.
Bu nedenle Hakkın görülemeyeceğini söyleyenler doğru söylemiştir,
çünkü Hak kaybolmaz ve gitmez.
Şöyle ki: Suretler bizim suretlerimiz ise biz kendimizi görmüş oluruz.
Biz ise batıl değiliz..”
**Allah’ı gerçek anlamda bilenin alameti, kendi sırrına muttali olup da ona dair bir bilgi bulamamasıdır. İşte ötesinde başka ilim bulunmayan kamil insan budur. Allah erlerinin bazılarının bazılarına olan üstünlüğü, sırra bu işin eşlik etmesinden kaynaklanmaktadır.( *İlmin ilmi, ilimden yana bilgisizliktir…Sultan Abdulkadir Geylani ks/ Gavsiyye)/
Bu sırların bir başka yönüne dikkat çeken İbn-i Arabî Hazretleri ise, Füsus-ül Hikem adlı eserinde şöyle buyurur: “İrade Hakk’ındır. Başka irade yoktur. Allah dilediğini aziz, dilediğini de zelil eder.” “Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzünde olanların hepsi iman ederdi” ayetlerinin sırrına vakıf olan Melâmiler için, “tarikati Melâmet zannedenler”in cüz’i irade ve tasarruf gerektiren tüm sözleri ve Allah’ın zelil ettiğini aziz etme çalışmaları, Melâmiliğin ruhuna aykırıdır.
“..Bu yüzden bu anlamı bilen muhakkiklerden biri söyle demistir: “Bu döşeğin üzerine otur, ama sakın uzanma (yayılma). Çünkü Onun, bizim içimizdeki celâli, huzurda edepsizlik etmemizi engeller.” Tıpkı Onun cemâli ve açılması karşısında ürpermemiz, heybete kapılmamız, edepsizlik etmemize engel olması gibi..”
“..İnsanın sebeplere takılı kalmasından ötürü kalpler paslanır..
Uyulmaz şeriatı zayi olmuş olana, getirse de bin haber Allah katından !..
“Bilgisizlik”, dinin zıddıdır. Çünkü din ilim demektir.”
“..bilginin hüküm verdiği ve takdir ettiği şey akla ve şeriata göre değişmez: ‘Benim nezdimde söz değişmez’ Cebir kokusu nedeniyle ardından şu ayet gelmiştir: ‘Ben kullara zalim değilim.’ İnsan zorunluluk bulunduğu vehminde bulunmasın, çünkü hüküm veren bilgidir. Binaenaleyh kimse, iradesi olmadan zorunlu olduğu bir iş nedeniyle cezalandırılmaz. Zikrettiğimiz üzere, mümkünleri zorunluluk yoluyla hakikatlerinin ortaya çıkmasını sağlamak üzere Hakkın yokluk aynasında tecellisini anlayan, bütün bunları kolaylıkla anlar ve işin aslını öğrenerek, ebedilik kokusu rahatlığıyla sonsuza dek rahata erer..”
Allah Teala şöyle buyurur: ‘Dikkat ediniz! Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzülmeyecektir.’ Bu ifade, geneldir. Burada ahiret denilmediğine göre velî, kendi hali hakkında açık bir kanıta sahip kimsedir. Velî, kendisinin de doğrulayacağı tarzda Hakkın bildirmesiyle akıbeti hakkında bilgi sahibidir. Allah’ın müjdesi gerçektir, sözü doğrudur, hükmü kesindir! Kesinlik, gerçekleşmiştir. Öyleyse velî derken kastedilen, Allah tarafından müjdelenen kimsedir. Allah Teala şöyle buyurur: ‘Dünya ve ahiret hayatında onlara müjde vardır, Allah’ın kelimeleri değişmez, bu büyük bir kurtuluştur.’ Tevile kapalı bir haberle gelen müjde karşısında hangi korku ve üzüntü kalabilir ki? İşte bu, ayette ‘velî’ derken kastedilen kimsedir.
Bilmelisin ki bütün müşrikler kâfirdir. Çünkü müşrik, şirk koştuğu ve kendisini ilah edindiği şey hakkında arzusuna uyar, İlah’ın mutlak birliğinden yüz çevirir
ve İlah’ın birliğine götüren ayet ve delilleri incelemekten onları gizler.
İşte, zahirde ve bâtındaki bu örtme davranışı nedeniyle de, kâfir (örten) diye isimlendirilirken Allah ile birlikte ilahlığı Allah’tan başkasına nispet ettiği için de müşrik diye isimlendirilmiştir. Böylelikle müşrik, iki nispet kabul etmiştir. İşte müşrik ile kâfir arasındaki fark budur.
İyilik bilmez birisi de olsa, sen iyilik yap.Çünkü O, karşılığında teşekkür edene yapılan
İyilikten, Mahşer günündeki tartıda daha ağır basar. Hz. Ali (r.a)
Zamanın gözleri keskin, şeytanî, inatçıdır.
Zamane arkadaşları, saptırıcı, zorbaları dik başlıdır. Bu zamanda hür insanların sayısı sınırlıdır nurların ışığı sönüktür. Sırlar seması çatırdayıp dürülmüştür… Mektuplar kitabı s 70.
Neye tâlipsen O’sun.
“Bir şeyi elde etmek istiyorsan onu terk et!
Terk ettiğin şey mutlaka sana döner “ –
”Her dediğim olsun dersen Allah’lık davasıdır. Sadece Allah’ın her dediği olur.
Bana uymayan kötüdür, bozuktur dersen, bu da Peygamberlik davasıdır” buyurmuş…
“Arif, herhangi bir itikada saplanıp kalmaz, hakikati her nokta üstünden anlatabilir.” Der.Çünkü yollar bitmiş, o, yuvaya dönmüş, yuvanın kendisi olmuştur. Tepeden bütün yolları
görür ve hepsi merkez ile bağlıdır. Bu noktada, Muhammed (a.s.m)
“Rabbimle öyle anlarım olur ki, araya ne bir din, ne bir melek,ne de bir şeriat girebilir” demiştir. Çünkü O, merkezdedir….
İnsan hakikatinden habersiz kalırsa, doğasıyla ilgilenmeye başlar. Temiz yiyecek, içecek ve [giyecekler] ona eşlik eder. İnsan bunların temizlerini -hakikatiyle değil- kendi doğasıyla aldığı gibi, kötülerini de -hakikatiyle değil- doğasıyla çıkarır.
“..insanın hakikati felekten oluşmuş değildir.Bilakis o, üflenilen ruhtandır ve bu ruh mekansızdır. Dolayısıyla feleğin üzerindedir..”
«İyi dost, misk satan gibidir.
Hiç olmazsa güzel kokusundan istifade edilir.
Kötü arkadaş da körük çeken gibidir.
Üzerine kıvılcımı sıçramasa bile dumanı gelir.»
Kul, şeytan ve nefsin arzularından ve hilelerinden arınmadıkça, vuslat ehli olması mümkün değildir.
O iki büyük düşmanın şerrinden korunmak ancak Allah Resulü Aleyhissalatu Vesselam’a hem zahiri hem de batıni olarak uymakla gerçekleşir.
“ Bazı kulların Zât’da ezeli ilim halindeki varlıkları(ayan-ı sabiteleri)Hâdi ismine ve o isme uygun isim terkiplerine sahiptir.Bazıları da Mudill ismine ve o isme uygun isim terkiplerine sahiptir.Her kul ef’al âleminde(dünyada) değişmeyen hakikatini tecelli ettirecektir.Değişmez hakikatler ile bu dünyadaki tecelliyatın birbirine uyumlu olmasına sembolik olarak Rabb’in kulundan razı olması diyoruz.Yoksa Hak imandan razıdır,gerçeği örtmek fiilinden ise razı değildir. “
Mümin yardım görür, bunda kuşku yoktur. Asla yüz üstü bırakılmaz. Yardımsız yüz üstü bırakılan varsa, o, nereden yardımsız bırakıldığına baksın, orada imanın olmadığını görecektir.
” Müminlere yardım etmek bizim üzerimizdeki bir haktır.” (Rum-47) sözü gerçeğin ta kendisidir.
Tercümeler Kitabı (Risaleler-2)
“..Öyleyse bedenin temizliği ibadet ve temizlenme maksadıyla suyla yıkanmak,
batının -ki kalptir- temizliği ise, dostluğu kazanmak için [yaratıklardan] yüz çevirmekle
gerçekleşir. Hakka ancak yaratıklardan yüz çevirmekle dostluk kurulabilir.
Çünkü onlara Hak ile değil, kendi nefsinle bakıyordun.”
Allah kimi temizlemişse, artık ona kir bulaşmaz
O mukaddestir, daha doğrusu özü kutsidir
Efendimiz Resulullah’ın ehl-i beyti gibi
Ki o zekiler efendisi kerem sahibi imamdır.
Allah ilmi sadece sevdiğine, hali sevdiğine ve sevmediğine verir.
Çünkü ilim sabit, hal gidicidir.
Bu ümmette keşf sahibine ait hak, Muhammedi şeriatın tashihidir,
yoksa o içtihat yetkisine sahip değildir. Günümüzde, bu makama ulaşan kimseler adına müçtehitlerin ecri gerçekleşmediği gibi hüküm koyma mertebesinde de değillerdir…
Futuhat 7;433
Neyin çokluğu insana yeterli olur ki?
Azı yeterli olmayan bir şeyin çoğu yeterli olabilir mi ki?
Âlem açılır, yaşayan, işiten, konuşan, bilen, dileyen, konuşan, güçlü bir âlem hâline gelir. Kuran’da da bildirildiği gibi: “De ki: herkes kendi yaratılışına göre hareket eder.”
Üstüne, ilâhi mevhibelerin yağmasını istiyorsan, fakir ve ihtiyaç halini ıslah et.
“Allah ismi şerifine devam et. Başından elifi kaldırırsan, Lillah kalır.
Yine Allah’ın ismindendir. İkinci lam’ı kaldırırsan Hu kalır ki, o da Allah’ın ismindendir. Başka hiçbir kelimede bu özellik yoktur.”
Ahlak, nefsin halidir; insan düşünmeksizin ve seçim yapmaksızın fiillerini bu hal esasında yapar…
“..Benim dışımı ve içimi başkası kirinden,
tavırlarda çakılıp kalmaktan
kutsiyetinin zuhuru feyziyle temizle..”
Allah indirilmiş şeriatı seçti.
Bunun nedeni, onda ahiret hayatını ve dünya yararlarını genel anlamda içermesidir.
Dünya hayatındaki iyiliğin sürekliliği için konulmuş akli yasalar ise
Allah’a yaklaşmayı sağlayıcı özelliklerden yoksundur.
Her söz sâdir oIduğu kaIbin kisvesine bürünmüş hâIde ortaya çıkar…
“ Hayrı ve şerri Allâh’tan bilen nefis ve şeytândan bahsetmez. Çünkü âyeti celîlede: “Kul küll-ü min indillâh”, “Söyle Yâ Muhammed, her şey Allâhdandır” vârid oldu.
“..Mertebeler ve mekanlar değişir, haller başkalaşır, fakat varlık tektir.”
İlahi isimler karşısında insan-ı kamil Allah ismi mesabesindedir.
Allah kimi temizlemişse, artık ona kir bulaşmaz
O mukaddestir, daha doğrusu özü kutsidir
Efendimiz Resulullah’ın ehl-i beyti gibi
Ki o zekiler efendisi kerem sahibi imamdır.
Et-Temkin:
Telvin halinde yerleşiklik kazanma demektir bize göre.
Bazılarına göre ise vusul ehlinin halidir.
Kazanmak istiyorsan, önce çalış.
Hürmet görmek istiyorsan, önce hürmet et…
Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi öğren…
“..Sıfatlara nispet edilen hakikatler.. Hakkın seni yerleştirip
O’nun bilen, kudret sahibi, irade eden, diri vb. gibi
birbirinden farklı ya da benzer veya karşıt isim ve sıfatlar sahibi olduğunu öğrendiğin
her şeydir..”
Alemdeki her varlıkta Hakk’ın tecellisi,
O varlığın hakikatinin istediği kadardır…
“VAR MISIN Kİ, YOK OLMAKTAN KORKUYORSUN? “
Muhakkak ki senin Rabbin elbette gözleyendir. Fakat insan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip, böylece ona ikram eder ve onu ni’metlendirirse, o zaman: “Rabbim bana ikram etti.” der. Ve fakat, ne zaman onu imtihan edip, böylece onun rızkını ölçülü verirse (daraltırsa), o zaman: “Rabbim bana ihanet etti.” der. { Fecr 15 }
“..cisim, cisimlerin ve onların taşıdığı anlamların varlık esası, mizanın hükmüne bağlıdır.
Böylece mizan ve zamanın üzerindeki her şey, el Hakim isminin talep ettiği ilahi ölçüden meydana gelmiştir..”
“..Sıfatlara nispet edilen hakikatler.. Hakkın seni yerleştirip O’nun bilen, kudret sahibi, irade eden, diri vb. gibi birbirinden farklı ya da benzer veya karşıt isim ve sıfatlar sahibi olduğunu öğrendiğin
her şeydir..”
Alemdeki her varlıkta Hakk’ın tecellisi, O varlığın hakikatinin istediği kadardır…
Senden uzaklığım..Çok yakın olmandandır..!
Sen benim gözlerimsin…Ondan Seni göremiyorum..! İlahi Aşk
Korkunun sebebi zat değilse, ona itibar edilmez.
Varlıklar gelir, İlahî isimlere ayna olur, görünür ve yiterler.
“Kimisi , rahmani ahlakı göz önünde bulundurarak insanları davet eder. Kimisi , zorlayıcı ahlakı esas alarak davet eder. Bazısı da ilahi ahlak esasında insanları çağırır ki, en yüksek ve yüce babdır.
Nurlar Kitabı ( Risaleler- 2 , sf:34 )
Hak onu terbiye etmiş, halk da onu yalnız bırakmıştı.
Ay’ı tutulmuş, kaderi silinmişti. Kimse ona bakmıyor, aldırmıyordu.
Sevenleri onu terk etmiş, arkadaşları ona öfke besliyorlardı. Allah dilerse bu, onun için bir arınma ve temizlenme vesilesiydi, ki her şeyi bilen
ve her şeyden haberdar Allah’ın yardımıyla varoluşunu gerçekleştirsin.
“..kuşkusuz O, en yakın olan, her şeyi işitendir!”
{ Sebe 50 }
“..Kendi varlığı,başkasından istifade ile var olanın hükmü, bizce,hiçbir şeydir. Arif kişi için Allah’tan başka dayanak kesinlikle yoktur..”
“..ruh zatını yaratandan haz alır. Yeterlilik yönünden ise kendi zatından Duyu Rabbini görmekten haz alır. Nimetleri duyumsamaktan habersizken Allah en büyüktür, büyük olan ise benim örtümdür. Nur benim dolunayım, ziya ise benim parlaklığımdır..”
O’na kavuşmak ancak O’nun dışındakileri terk etmekle mümkün olur.
Aradığı kimseden perdeli olan herkes, rahattan uzaktır. Perde kalkınca, müşahede gerçekleşir ve zikredilenin tecellisiyle zikir de kalkar.
En şaşılacak iş, söz konusu inkarcı gruptan birine
kendinle ilgilen dediğinde, şöyle yanıt vermesidir:
‘Ben Allah’ın dinini koruyorum ve ona düşkünlüğümden hareket ediyorum.
Allah hakkında gayret imandandır… vb.’
Allah inkar edilebileceği bir surette göründüğü gibi tanınacağı ve kabul edilebileceği bir surette de tecelli eder; halbuki her durumda kendisidir, başkası değildir, çünki başkası yoktur. O halde ağaçtan konuşan Hak’ tan başkası değildir ve Hak ağacın suretidir. Hz. Musa’dan duyan Hak idi. Bu durumda Hak duyan olması itibarıyla Musa’ nın suretiyken konuşan olması bakımından ağaçtır. Ağaç, ağaç ; Musa da Musa’ dır ! Burada hulul yoktur. Bir şey kendi zatına hulul etmez; hulul ise iki zatın olmasını gerektirirken burada sadece iki hüküm vardır.
Fütuhat – c15,s190
“..Gözlerinizi açın, akıllılığın alameti, dünyaya aldanmamaktır..”
Aradığı kimseden perdeli olan herkes, rahattan uzaktır. Perde kalkınca, müşahede gerçekleşir ve zikredilenin tecellisiyle zikir de kalkar.
Bu dünya evi Alim ve Aziz Allah ın takdir ettiği ölçüde ,tutarsız gerçeklerle
ve perdelerle örtülüdür. Allah öte dünyayı yaratmış ve bizi oraya doğru götürmektedir.
Yalancı iddiaların, sahte davaların kabul edilmediği bir yurttur orası.
Nefs, kuvvetlere sarılma özelliğinde olduğu sürece kuvvetlerin çekişmesinden de hali olamaz.
Fakat perde açıldığında ilme’l yakinden daha üstün bir hal elde eder ki buna “rüyet” (görme) ve “müşahede” (gözlemleme) denir.
Hakktan hakkı bilmene bak…O’nun senin için şekillendirilmemiş olduğunu görürsün.
İşte İlim budur.Şekillendirilen şey kevndir…
Aşık, Allah’a doğru Allah’ın isimleriyle yürümelidir.
Hz. Pir, Risale-i Salihiyye adlı risalesinde şöyle buyuruyor; “ Bu halde gören ve bilen ve işiten halktır; lakin Hakk ile. Nitekim cemde gören, işiten, söyleyen Hakk’dır, abdin kuvâsıyla. Hazretül cem makamında Hakk, kulun kuvâsı olur…
Kur’an; onu okuyanların kalbine daima sefer etmektedir.
“Seni kendinden var edip sana seni gösteren, sana kendinden ihsan eden Allah münezzehtir!”
Allah alemi korumak hususunda ademi kendine ‘ halife ‘ kıldı.
Bu hale göre içinde insan-ı kamil var oldukça alem, daima korunmuş olacaktır. Füsus , Adem Fassı
Rablığın hiçbir şekilde katışmadığı mutlak kulluk sadece insan-ı kamil için mümkündür.
Kulluğun katışmadığı rablık ise Allah’ a ait olabilir.
Şu halde insan-ı kamil mutlak kul, Hak ise Mutlak İlah’ tır. Fütuhat 2 , 603
Bu ümmette keşf sahibine ait hak, Muhammedi şeriatın tashihidir,
yoksa o içtihat yetkisine sahip değildir. Günümüzde, bu makama ulaşan kimseler adına müçtehitlerin ecri gerçekleşmediği gibi hüküm koyma mertebesinde de değillerdir…Futuhat 7;433
Neyin çokluğu insana yeterli olur ki?
Azı yeterli olmayan bir şeyin çoğu yeterli olabilir mi ki?
Âlem açılır, yaşayan, işiten, konuşan, bilen, dileğen, konuşan, güçlü bir âlem hâline gelir. Kuran’da da bildirildiği gibi: “De ki: herkes kendi yaratılışına göre hareket eder.”
Üstüne, ilâhi mevhibelerin yağmasını istiyorsan, fakir ve ihtiyaç halini ıslah et.