MUHİDDİN ARABÎ Hz. NASİHATLARI (Abdullah Toprak – Münir Derman)
Muhiddin-i Arabî buyuruyor:
İlmiyle amel etmeyen bir âlimi görürsen, ilmine hürmeten yine ona karşı edebli davran!
Çünkü ilim, ALLAH’ın san’atıdır.
Kötü huy larından dolayı ondan, tamamen ayrılma!
ALLAH’ın sevdiği şeylerin sende bulunmasına çalış!
Böyle yaparsan, ALLAH’ın sevgisine kavuşursun, saadete erersin. Kerametler diyarı olan Cennet’te, ilâhî tecellîye mahzar olursun.
İnsan, sevdiği ile beraberdir.
ALLAH’ın sevdiği şeyler çoktur.
Vasiyet ve nasihat kasdıyle bâzılarını sana söyliyeyim:
ALLAH için süslenmek, bu, müstakil bir ibadettir.
Hele namaz için mutlaka lâzımdır.
“Ey Âdemoğulları, her namazda ziynetlerinizi alın!” emrine bak!
Birisi:
“Yâ Resûlullah ayakkabılarımın ve elbisemin güzel olması hoşuma gider” dedi de Peygamberimiz:
“ALLAH Cemil’dir. Güzelleri sever” buyurdu.
ALLAH’ın süs olarak, kulları için yarattığı şeyleri kim haram eder. Kimsenin haddi değildir.
Bunlar, niyete tabi, niyeti güzelse, kimsenin bir şey demeğe hakkı yoktur.
ALLAH’a karşı süslü bulunmak, en güzel bir haslettir.
Cebrail, çok vakit en güzel insan hazret-i DİHYE sûretine temessül ederde, Resûlullah’a öyle gelirdi.
Bu tecmili bilmeyen ve nefsinde tatbik etmeyen, bir çok faziletlerden mahrum kalır.
ALLAH’ın hususi muhabbetine eremez.
El verirki süslenende kibir, aceb, şımarıklık olmasın.
ALLAH’ın sevdiği şeylerden biri de, fitneye tutulunca, ALLAH’a dönmektir.
ALLAH, fitneye uğrayıpta tövbekâr olanları sever.
Fitne ve musibetler, ALLAH imtihanıdır.
İnsanlar, kendilerinin ne mal olduklarını, böyle imtihanlarla anlarlar.
Lâf ile dâvalar sabit olmaz.
Fitnelerin en büyüğü, kadın, mal, evlâd ve mevki fitneleridir. Bunlarla imtihana çekilen kimseye yaraşan, bunların aynına takılıp kalmamalı.
Bunları ihsan eden ALLAH’a rücu’ edip:
“Yâ Rabb, bu nimetleri sen verdin!” deyip şükretmeli.
Hadis’i şerifte şöyle varid oldu:
“Cenab-ı HAKK, Hazreti Musa’ya:
“Bana hakkıyle şükret!” diye variyetti.
Musa buyurdu:
“Yâ Rabb! hakkıyle şükür nasıl olur?”
“Yâ Musa! Nimeti Benden görürsen hakkıyle şükretmiş olursun.” Buyurdu.
Bir insan, nimeti verene şükretmezse, ALLAH’ın hususi muhabbetini fevt etmiş olur.
Netice, birçok nimetlerden de mahrum kalır.
Kadın fitnesinden ALLAH’a rücu’ şekli:
Kadına muhabbet, onda HAKK’ı görmeye vesile olmalı.
Bunun iki yolu vardır:
Birinci yol:
Erkeğin kadına muhabbeti, küllün cüz’e muhabbeti kabilindendir: Belki kadına muhabbet, bir şeyin kendi nefsine muhabbeti kabilindendir.
Zira kadın yaratılışında kendi şeklini gösterir.
Nasıl ki, insan-ı kâmil HAKK’ın esmâ ve sıfatlarını göstermekle sûret-i HAKK ise, kadın da sûret bakımından erkeğin ayinesidir.
Bir şey, bakanın karşısında mücellâ ayna gibi parlak olursa, bakan onu değil kendini görür.
İşte, kadına olan muhabbetin şiddeti ona, kendini gösteriyor. Kendi de esmâ ve sıfat-ı İlâhiyenin tecellîgâhı olduğundan HAKK’’ın sûretidir.
Kadın ayinesinden, sûret-i HAKK’ı görmekle HAKK’ta fâni oluyor. Muhabbet-i HAKK’a, HAKK’da karar kılıyor.
İkinci yol:
Kadınlarda teessür kabiliyeti vardır.
Ona infisâl denir.
Onlardan insan doğması yâni, iyân-ı emsâl’in zuhuru, tekvin sıfatına mahal olduklarındandır.
Görülenleri hep açığa çıkaran kadındır.
Âlemde görülen şeylerde hep, Esmâ-i HAKK’ın tecellîsini izhar ettiğinden, HAKK’dan hakkını alan her Esmâ, kadın kapısından zuhura gelmiştir.
Binaenaleyh bu bakımdan kadına muhabbet, ALLAH’a muhabbettir.
Muayyen bir kadına bağlılık, iki şahıs arasındaki ruhani münasebettendir.
Bu da, ikinci bir münasebettir.
Mal fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:
Mal ve servet sahiplerine bütün kalblerde meyil ve ta’zim vardır. İsterse bahiyl olsun.
Bâzı işler, mal ile kolaylaşır.
Ârifler, malda da vech-i ilâhiyi aradılar.
Malı olan karz-ı hasen (güzel ödünç vermeğe denir ) verir. ALLAH’ın: “Karz’ı hasen verin!” emrine muhatab olur.
Sadaka verildi mi yed-i llâhi’ye düşer, vuslata sebeb olur.
“Kulum, senden yiyecek istedim vermedin!” derken ALLAH, kendini sail menziline tenzil ediyor.
Ehl-i servet, verici mevkiinde bulunuyor.
Mal muhabbeti fitnedir amma; insanı ALLAH’ın rızasına da götürür.
Evlâd fitnesinden ALLAH’a rücu’:
Evlâd, babanın sırrı, ciğer pâresi, ona muhabbet nefse muhabbettir.
ALLAH, kulunu kendinden çıkan şeyle imtihan ediyor.
Evlâdına muhabbeti, mükellef bulunduğu hukuku yerine getirmeğe, perde olacak mı olmayacak mı? Nebi Aleyhisselâm : “Muhammed’in kızı Fatıma, sirkat etse idi onun da elini keserdim!” demekle, HAKK’ı ikameyi tercih ediyor Ömer, oğluna haddi icra ediyor. ALLAH’ın hükmünü ifade, nefsine hiç sıkıntı gelmiyor.
Nefsinde HAKK’ı ikame ettiğinden dolayı, inşirah duyması evlât fitnesinden ALLAH’a rücu’unu ısbat ediyor.
“Çocuğu ölüp de sabreden babaya, cennet’ten başkası verilmez” buyrulması, fitneden ALLAH’a rücu’un mükâfatını gösteriyor.
Riyâset denilen Cah fitnesinden ALLAH’a rücu’un sûreti:
İnsanın içinde öyle gizli şeyler varki, insan kendini bilmez. ALLAHü Zül Celâl, zaman zaman onları meydana çıkarır, insan kendini bilmez. Doktora muayene olan insan, kendini, bende ne var diye doktora sorar. “Nefsini bilen, Rabbini bilir” derler. Herkes nefsini bilmez. Hâlbuki nefs, kendinin aynıdır.
ALLAH, o gizli hâllerini çıkardıkça kendini bilmeğe başlar. Sıddıklerin kalbinden en son riyâset muhabbeti çıkar. Söz ve riyâseti görünce adalet ve ALLAH’ın kullarına hizmet, Dini ihya, Mü’minleri muhafaza etmeyi nefsinde görür ve riyâset ister amma, nefsi için değil ALLAH için istediğinden. Riyâset yoluyla ALLAH’a gider.