Melâmiler, asla nefsi öldürmek tanımını kullanmazlar. Bu söz şeriat ve tarikat sözüdür. Nitekim tarikat ehli nefislerine arif olmadıklarından ötürü, onu emmare, levvame, mülhime mutmaine vs.. diye isimlendirdikleri mertebeler ile eğitmeye çalışırken, Melamiler ise makamlar sayesinde ruhları ile aslına uruc ederler.
Nitekim Hz. Pir Niyazi Mısri Divanı Şerhi’nde şöyle buyurur; “Eğer insân rûh yoluyla aslına yükselemezse, yani ef’âlini, sıfâtını ve zâtını Hakk’ta yok edip de yükselmeyi başaramazsa, hayvan ve madenden bile aşağı kalır.”
Başka bir deyişle Hz. Pir’in buyurduğu gibi; “Ruh süfli olursa nefs, ulvî olursa işte ona ruh” denilir ki, Melâmiler sufli olanla uğraşmazlar. Sufli olanın yani nefsin terbiye edilmesi tarikatın işidir. Melâmilik, ulvi olanı yani ruhu, makamlar yolu ile aslına uruc ettirmektir. Çünkü Melâmiler makamlar arasında inerçıkarlar ancak ef’al makamının altına inmezler. Yani nefs ehli ile meşgul olmazlar.
Nitekim Gavsiye isimli eserinde Allahu Teâlâ Geylâni Hazretleri’ne şöyle buyurur: “Ey Gavs-ı Â’zâm. Zâhidleri nefis yolunda; arifleri kalb yolunda; vâkıfları ruh yolunda kıldım.”
Ehli tarik örümceğin ağına takılır, bundan daha büyük tuzak yok zannederler. Melamiler ise ; “Ruhlarımız bedenlerimiz, bedenlerimiz ruhlarımızdır” derler.
Sonuç olarak; “Melamiler Nefs ile uğraşmazlar. Nitekim Muhyiddin-i Arabî Hazretleri Ruhul Kuds adlı eserinde, şöyle buyurur: “Bir gün Ebu İmran Musa b. İmran el-Marteli (r.a.) yanına girdim. Bana dedi ki: Ey oğul! Nefsine dikkat et. Ona dedim ki: Şeyhimiz Ahmed’in yanma gittim, bana: Rabbine dikkat et, dedi. Hanginizi dinleyeyim? Dedi ki: Ey oğul! Ben nefsimle beraberim. Ahmed ise Rabbiyle beraberdir. Her birimiz, kendi hâlinin gereği olan davranışı sana göstermişiz. Allah Ebu’l Abbas’a bereket versin ve beni ona kavuştursun.”