MELAMİLER
Zümre-i ehl-i Melamet dersi Hakk’tan aldılar
Zevklerine yok nihayet çünkü Hay’dan aldılar
Zümre-i ehl-i Melamet, Melamiler demektir. Melamiler, halk arasında bir tarikat olarak bilinir, halk onları tarikatçı olarak görür.
Fakat Melamilik tarikat değildir. Melamilik hakikattir.
Bazıları Melamiliği üç devre / dönem olarak tasnif ederler ki, Melamiliği üç döneme ayırıp tasnif etmek, cehalettir, büyük bir yanılgıdır.
Çünkü Melamilik fenafillaha ulaşıp, kötü huyları terk edip, güzel huylara sahip olarak Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmaktır.
İşte fenafillah irfaniyetiyle Hakk’a kavuşup Melami olmak, Hz. Adem’den (a.s) Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimiz’e kadar, gelmiş cümle peygamberlerin değişmez vasfı olduğu gibi, gelmiş ve kıyamete kadar gelecek olan cümle Mürşid-i Kamil olan evliyanın da müşterek, değişmez vasfıdır.
Bu itibarla her zamanda Hakk’a kavuşmuş olan Mürşid-i Kamil, muhakkak Melami’dir.
Çeşitli zaman ve coğrafyada yaşamış olan veliler: Yunus Emre Hazretleri, Melami olduğunu beyan ediyor. Niyazi Mısri Hazretleri Melami olduğunu beyan ediyor. Muhittin Arabi Hazretleri, Nesimi Hazretleri, velhasıl Hakk’a vasıl olan cümle ehl-i kemal Melami olduklarını beyan ediyorlar.
Bunlar değişik yolların, tarikatların müntesipleri olmalarına rağmen, hakikate vakıf ve Hakk’a vasıl olduklarından, Melamiliğe ermişlerdir, vesselam.
Bu itibarla Melamilik, üç dönem veya belli zamanlara mahsus olmayıp, tüm zamanlardaki peygamberlerin ve ehl-i kemalin mertebesidir.
19. yüzyıldaki Melamiliğin seyr-i süluk tasnifi, Pir Seyyid Muhammed Nur Arabi Hazretleri tarafından yapılmış, 19. yüzyıl sonlarında ve 20. yüzyılda da halifeleri vasıtasıyla Melamiliği telkin ve tarif ederek, irşad etmişlerdir ve etmektedirler.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hazretlerinin tarifinde Melamilik; fenafillah olmak, kötü huyları terk edip güzel huylara sahip olup, Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmak olarak telkin ve tarif edilir.
Kur’an’da ise Melamilik hakkında “Ey inananlar, içinizden kim dininden dönerse Allah onun yerine öyle bir kavim getirir ki; Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, onlar müminlere karşı boyunları büküktür / mütevazı ve merhametlidirler. Kafirlere karşı başları dik / izzetlidir. Onlar Allah yolunda mücadele ederler, dil uzatanın levminden / kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın dilediğine yönelttiği bir lütuftur / ihsandır…” (Maide, 54) buyrulur.
Ehl-i kemal, bu ayetin Melamileri tarif ettiğini ifade etmişlerdir. Çünkü kınayanın kınamasına aldırmamak Arapça ‘levm’ kelimesidir ki, kınanmak manasında olup, melamet demektir.
Melamiler Allah’ı sevdikleri gibi, Allah da onları sever, yani Allah’la sevişirler. Daima Cenab-ı Hakk’la vuslatta olduklarından, onlar Hakk’ın kendilerini kınamasından, vuslattan mahrum olmaktan ve Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmemekten korkarlar. Halkın onları cehalet ve gafletle kınamasına aldırmadıkları gibi, cehalet ve zulme, irfaniyet ve kemalatlarıyla dik ve çetin durup, boyun eğmezler. Hidayet tecellilerine ve müminlere karşı ise, mütevazı ve hürmetlidirler.
Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri, Fütuhat-ı Mekkiye adlı eserinde “Melamiler; bunlara melametçiler de denir. Bu ad dahi lügat yönünden, bunlar için zayıf bir kelime olmuş olur. Bu gibi kişiler, Allah yolunun efendileri ve önderleridir. Bütün alemin tek efendisi bunların arasındadır. İşte o büyük efendi de Resulullah Muhammed (s.a.v) Efendimizdir. Bunlar, Hakk Teala’nın emir ve yasaklarını bu alemde yerleştirdiler, kuvvetlendirdiler. Sebeplerini yerli yerinde açıkladılar. Yaramayanların da nedenlerini anlattılar. Dünya evine yarayacak hacetleri dünyaya bıraktılar, ahiret gününün hacetlerini de ahirete bıraktılar. Eşyaya Allah’ın baktığı nazarla baktılar, gerçekleri birbirine karıştırmadılar.” diyor.
Kendilerini Melami olarak adlandıran bizler ise; o makam-ı melametin adaylarıyız, melamet yolunun yolcularıyız, vesselam.
Beyitte ifade edilen ‘Dersi Hakk’tan aldılar, zevklerine yok nihayet’ beyanının manası ise şöyledir: Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun; O’na varmak için vesile arayın. Bu yolda gayret gösterin ki kurtuluşa erebilesiniz.” (Maide, 35) buyrulmuş olup, bu ayette ifade edilen ‘vesile’ kelimesine müfessirler ve ulema-yı zahir, bir çok manalar vermiş ve yorumlar yapmıştır. Fakat ehl-i kemal, ayette geçen “vesile”den maksadın, Mürşid-i Kamil olduğunu beyan etmişlerdir.
Bu itibarla, Allah’a kim kavuşmak isterse, Mürşid-i Kamil olan bir rehber bulması ve onun irşadına mazhar olması lazımdır, kamil mürşidi bulmak için de çok cehdetmesi gerektir.
Bütün geçmiş ve mevcut ehl-i kemal olan veliler, Hakk’a vasıl olmak için Mürşid-i Kamil irşadının gerekliliğinde ittifak etmişlerdir.
Çünkü kamil mürşidin telkin ve irşadı, Hakk’ın emrinden ve Hakk’ın mertebelerinden başka bir şey olmadığından, kamil mürşidin telkin ve irşadı gerçektir, haktır.
İşte beyitte ifade edilen, Melamiler; dersi hay yani diri olup da yaşayan kamil bir mürşidden aldılar, onun gerçek, hak olan telkiniyle irşad olup zevklendiler, demektir. Allahualem.
Reyn-i kalbi ettiler pak darb-ı zikr u fikrile
Kıyl u kalden geçtiler hep hubb-i fillah aldılar
Melamilerin amel ve itikatları, Kur’an’la ayniyet teşkil eder.
Melamiliğe ait hiç bir değer, Kur’an-ı Kerim’le çelişmeyip, Kur’an’a ters değildir. Eğer kendisine Melami diyen bir kimsede, Kur’an ve Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.v) güzel ahlakına uymayan bir amel, itikat görülürse, bu Melamiliğe ait bir değer olmayıp, o şahsın kendine ait bir değerdir.
Onun için Melamiler, zikrullahı; onun bunun filancanın, şu kadar şu esmayı çek veya şu virdi yap demesiyle yapmazlar, Kur’an’ın emrettiği gibi yaparlar. Zaten bir mürşit, eğer kamil ise, telkin ettiği zikir, muhakkak Kur’an-ı Kerim’e uygundur.
Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de “Müminlerin kalbleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın / dikkat edin kalbler ancak zikrullah ile tatmin olur.” (Ra’d, 28) buyrulur. Bu ayette Cenab-ı Hak, zikrullahın kalble ve Allah ismi ile yapılmasını beyan ediyor.
Çünkü kalP merkezi azadır ve Hakk’ın mekanıdır. Her insan potansiyel olarak buna mazhardır, fakat insan Allah’tan başka şeylerle meşgul olduğu için, kalbi gayriyet ve masiva muhabbetiyle, yani Allah’tan başka şeyler olan gayriyetle paslanıp, kirlenmiştir.
Bu itibarla hadis-i şerifte “KalPler demir gibi paslanır, nasıl ki demirin cilası varsa, kalbin cilası da zikrullahtır.” buyrulur.
Mana-yı beyt şöyledir: ‘Melamiler daim zikre aşina oldukları gibi, darb-ı zikir yani şiddetli zikir ve tefekkürle kalPlerindeki pası ve kiri temizleyip, gayriyet-masiva muhabbetinden ve dedikodusundan geçtiler. Onların gönülleri Allah aşkı ve muhabbetiyle doldu.’ buyruluyor.
Nefsi hiçe saydılar kim fail Allah bildiler
Gamze-i cilve-i mahbubtan atalar aldılar
Kur’an’da “…işlerin tümü Allah’ındır…” (Ra’d, 31) ve “Sizi ve fiilinizi yaratan Allah’tır.” (Saffat, 96) buyruluyor.
İşte bu ve benzeri ayetlerden de anlaşılacağı gibi, her işin faili Allah’tır. Fakat hiç kimse tevhid-i hakiki irfaniyetine ulaşmadan, her fiilin failinin nasıl Allah olduğunu müşahede edemez ve arif olamaz.
İşte Melamiler, makam-ı tevhid-i ef’al marifetiyle bu sırra vakıf olup, her fiilin faili Allah olduğunun keşfi irfaniyetiyle, cennet-ül ef’alde zevklenip ilahi sevgiliden hediyelere ve ihsana mazhar oldular. Buyruluyor.
Her sıfatı mevsufu mutlaka nispet ettiler
Ol cemali şemsi enverden tenevvür ettiler
Her insan, Cenab-ı Hakk’ın; Hayat, ilim, irade, kudret, kelam, görmek, işitmek, tekvin (yaratmak) olan bu sekiz sıfat-ı subutiyesine mazhardır. İnsan mazhar olduğu bu sıfat-ı subitiyeyi, cehaletle kendinin zannederek, bunları kendine nispet eder.
Halbuki Kur’an’ı Kerim’in bir çok ayetinde, cümle sıfat-ı subutiyenin mevsufunun Allah olduğu beyan edilir.
İşte her kim ki, makam-ı tevhid-i sıfat mertebesinin keşfi irfaniyetine ulaşırsa, ancak o kul, her sıfatın mevsufunun Allah olduğuna arif olur.
Bunu beyanla: Melamiler, her sıfat-ı subutiyenin mevsufunun, yani cümle sıfat-ı subutiye ile sıfatlananın Allah olduğuna arif olup, Hakk’ın cemalini, güzel yüzünü gördüler ve o güzelliğin, güneş gibi olan aydınlığıyla, aydınlandılar, nurlandılar. Buyruluyor.
Çün vucud-u Hakk’a mazhar zatına mahvoldular
Havf-ı mevtten kurtulup Hay layezali aldılar
Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimiz, İbni Abbas’a hitaben “Ya Abbas, vücudunu kayırma.” Dedi. İbni Abbas da: “Ya Resulullah, vücudum kusur mudur?” deyince, Hz. Peygamber (s.a.v) Efendimiz: “Vücudun en büyük günahtır. Onunla hiç bir günah kıyas edilmez.” buyurdular.
Kur’an-ı Kerim’de ise: “O’nun yüzü / vechi dışında her şey fanidir / yoktur.” (Kassas, 88) buyrulmuştur.
Bu ve benzer hadis ve ayetlerin beyanlarındaki hakikat gereğince ehl-i kemal, kendi nispet varlıklarının fenasına / yokluğuna, makam-ı tevhid zat keşfi irfaniyetiyle arif olur ve Hakk’ın zat-ı mevcudiyetinden gayri görmezler.
İşte Melamiler de bu zümreden olup, tevhid-i zat irfaniyetiyle mevcutta Hakk’tan gayrı görmedikleri gibi, zat-ı ilahiye vasıl olduklarından, onlarda ‘havf-ı mevt’ yani ölüm korkusu olmaz.
Çünkü onlar, meratib-i tevhid kemalatıyla hadis-i şerifte buyrulan “Ölmeden evvel ölünüz.” sırrına mazhar olup, ebedi diriliğe, ölümsüzlüğe ulaşmışlardır. Vesselam.
Bir adem şehrine nispet varlığı selbettiler
Kaf ademde cismi yok bir şekl-i Anka aldılar
Kafdağı, dağların en yükseği olan nispet benlik dağıdır. Bu dağın yüceliğine ancak Anka kuşu, yani tevhid-i hakiki irfaniyetiyle aydınlanmış olan kamil, arif kimse yükselip ulaşır. ‘Kaf ademde cismi yok bir şekl-i Anka’ demek; kulun fenasında / yokluğunda, Hakk’la var olma marifetine mazhar olmasıdır.
İşte Melami’ler, nispet varlıkların yokluğunda, kendilerinde ve cümle alemdeki cisim ve suretlerde mevcut olan Hakk’ın tecellileriyle var olmakla, Anka kuşu gibi cümle suret ve cisim Kaf’ında, ruhaniyete yükselip ‘Bir’ ile ‘Bir’ oldular, yani Hakk’la var oldular, demektir. Beyitteki “adem” kelimesi yokluk anlamındadır.
Talibi fahr-i risalet fakrı tercih ettiler
Fakrile fahreyleyenler yokluğa var aldılar
Fahr-i risalet fakrı; Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimizin “Fakirlik benim iftiharımdır.” beyanıdır.
Mahiyeti daha evvelki beyitlerin açıklamasında beyan edildiği gibi, Hz. Peygamber Efendimizin öğünüp iftihar ettiği bu fakirlik, nispet varlık yönüyledir.
Melamiler, alemlerin iftiharı olan Hz. Resulullah (s.a.v) Efendimizin iftihar ettiği nispet varlık fakirliğini tercih edenlerdir.
Melamiler bu fakirlikle, kulluğun yüce kemaline, yani fenafillaha ulaşıp, fenaya ulaşmış kulluk marifetiyle var oldular, demektir.
Bu hususta arifibillah Hacı Bayramı Veli Hazretleri:
El fakru fahri, el fakru fahri
Demedi mi ol alemler fahri
Fahrinin zikrin, fahrinin zikrin
Fakru fenada buldu bu gönlüm
buyurmuştur.