MELAMET
Allah Teâlâ mahlûkatı yaratmış, her şeyi tam yerli yerince koymuştur. Bir kul, Allah’ın fiillerinden kendi ilmine, zevkine ve tab’ına aykırı olan bir şeyi sormak isterse, Allah Teâlâ onun basiret gözünü açar ve kul Allah’ın o şeydeki hikmetini görür. Bu suretle kul, zaruri olarak kalbinden niçin, nasıl sorularını çıkarır ve artık ondan hayret etmez. Onu yerine layık görür. Artık hiç bir şeyin sinek kanadı kadar fazla yahut eksik tarafını dahi Rabb’ına sormayı kendine yakıştıramaz.
Elbette bir hastalığın, bir kusurun, bir eksikliğin, bir fakirliğin, bir zararın, bir cehlin, bir küfrün kaldırılmasını doğru bulmaz. Allah’ın insanlara ezelde taksim ettiği rızkı, eceli, kudreti, aczi, taatı ve masiyeti değiştirmeyi istemez. Eşyayı olduğu gibi görür. Bunların hepsini, içinde hiç zulüm olmayan, sırf adalet ve eksiksiz sırf kemal, hiç bozukluğu, eğriliği büğrülüğü olmayan tam doğru kabul eder. Her şer sandığının altında bir hayır vardır ve her zarar sandığı şeyin sonunda bir fayda vardır. Bir zaman zulmetin kapladığı bir şeyi, başka bir zaman nur kaplar. Allah cömert, kerim ve merhametlidir. Yaratıklarına asla cimrilik etmez. Onların yararına olan bir şeyi kendine alıkoymaz.”
Niyazi Mısri Hazretleri’nin de buyurduğu gibi; Melâmiler, Allah’ın insana ezelde taksim ettiklerini, değiştirmeyi istemezler. Çünkü onlar eşyayı olduğu gibi görürler ve böylelikle de, Niyazi Mısri Hazretleri’nin yukarıda açıkladığı sırlara vakıf olurlar.
Bu sırların bir başka yönüne dikkat çeken İbn-i Arabî Hazretleri ise, Füsus-ül Hikem adlı eserinde şöyle buyurur: “İrade Hakk’ındır. Başka irade yoktur. Allah dilediğini aziz, dilediğini de zelil eder.” “Eğer Rabb’in dileseydi yeryüzünde olanların hepsi iman ederdi” ayetlerinin sırrına vakıf olan Melâmiler için, “tarikati Melâmet zannedenler”in cüz’i irade ve tasarruf gerektiren tüm sözleri ve Allah’ın zelil ettiğini aziz etme çalışmaları, Melâmiliğin ruhuna aykırıdır.