Büyük İslam alimi ve düşünür İbn Arabi’ nin Melami’lik hakkındaki görüşlerini paylaşalım; İbn Arabi öncelikle, Hak yolundaki salikleri tasnif ile başlar ve onları üç kısma ayırır:
Abidler, Sufiler ve Melamiler.
Bunlardan birinci grup olan abidlerde zühd hali, salih ameller ve nefsi kötü fiillerden uzak tutmak gibi davranışlar hakimdir. Bu insanların, haller, makamlar, ledünni ilimler ve sırlar hakkında bir bilgileri yoktur.
İkinci sınıf ise, bütün fiillerin Allah’a ait olduğunu ve kendilerinin hiçbir şekilde eylemde bulunamayacağını müşahede eden sufilerdir. Bunlar, zühd, takva ve tevekkül konularına yaklaşımları itibarıyla abidlere benzerler. Onlar da güzel ahlak sahibi ve fütüvvet erbabı olup; insanlara nail oldukları keramet ve harikaları gösterirler ve kendilerinin Allah katındaki derecelerini bilmelerine sebep olacak herhangi bir şeyi izhar etmekten çekinmezler. Çünkü onlar, kendi iddialarına göre, Allah’tan başkasını görmezler. Bunlar, melamilere nisbetle nefis ve arzu sahipleridir.
Üçüncü sınıf ise Melamilerdir. Bunlar, Allah’ın kendisine yönelttiği bir sınıftır. Allah, onlara bir göz ilişir de, kendisinden alıkoyar düşüncesiyle muhafaza etmiştir. Melamiler sadece ve sadece Allah ile beraberdirler, bir an bile onun ibadetinden geri durmazlar. Rububiyet kalplerini istila ettiğinden dolayı, riyasete karşı bir istek duymazlar. Görüldüğü gibi İbn Arabi, insanları abidler, sufiler ve melamiler diye üçe ayırdıktan sonra, Melami’lerin en yüksek dereceyi işgal ettiklerini belirtir ve onların çeşitli özelliklerinden bahsettikten sonra. İşte bunlar rical’in en yükseğidir der. İbn Arabi’nin bu yaklaşımından, Melamileri sufilerden farklı ve daha özel bir statüye yerleştirdiği anlaşılmaktadır. Melamiler genellikle sufi gruplar arasında kabul edilseler de İbn Arabi’ye göre bu fırkanın kendine özgü bir karakteri ve manevi hayatı vardır.
İbn Arabi’nin, yukarıda zikredilen görüşlerinden de anlaşılacağı üzere Melami’ler Veli tabakaları arasında ilk sırayı almaktadır. Ona göre bu zümre Ehli tarikin Sultanları ve İmamlarıdır. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v)’de bu taifedendir. Onlar her şeyi layık olduğu yere koyan hikmet sahipleridir. Bu dünyanın hakkını bu dünyaya, öbür dünyanın hakkını öbür dünyaya vermişlerdir. İbn Arabi’ye göre Melami’ler, kalplerinde Allah’tan başka bir varlık olmadığı için bu mertebeye ulaşmışlardır. Onların bütün sözleri Allah’a dairdir. Yönelişleride O’na dır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de bu taife hakkında; “Veli’lerimden en gıpta edilenler, Rabb’ine en güzel şekilde yaptığı ibadetten haz almayan, gizli ve açık işlerinde Allah’a itaat eden, insanlar arasında ibadetiyle tanınmayı istemeyip, gözlerden uzak olan, haramlardan sakınanlardır.”diyerek adeta Melami’leri tarif etmektedir. Melami’lerin bu kadar özel bir konumda olduğunu düşünen İbn Arabi, Melamet anlayışında temel esas olan gizlilik prensibi ile doğrudan bağlantılı olarak, onların sayılarının bilinmediğini, zamanla artıp eksilebileceğini düşünmekte ve Melami zümreyi ifade etmek üzere Efrad ve Ümena kavramlarını kullanmaktadır. İbn Arabi’ye göre Melami’yyenin zirvesini teşkil eden Efrad, mukarrebun olarak nitelenmektedir ve makamları nübüvveti mutlakadır. Yani, Nebi’lere ait Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından, mühürlenmiş Nübüvvetten farklı olarak, Şeriat getirmeyen fakat derece bakımından onun hemen altında yer alan Nübüvvet makamıdır. Efrada ait olan ve dolayısıyla da Melami’lere has Nübüvveti mutlaka makamı her türlü velayetin aşılamaz zirvesini temsil etmektedir. Başka bir ifadeyle Resuller Nebilere göre neyse bu zirveye ulaşanlar da diğer Veli’lere göre odur.
Resulullah (SAV) Efendimiz bile avama ancak ilmel yakını ifade edip, tevhid makamlarını yalnız havasa talim ettirirlerken, “tarikati Melâmet zannedenler” sohbetlerine avamı da dâhil ederek büyük bir farksızlık örneği sergilerler.
Nitekim birinci Devre Melâmilerinden Abu Ali Muhammed Essafaki Hazretleri şöyle buyurmuştur; “Eğer bir insan bütün ilimleri kendinde toplasa ve aşağı tabakadan halk ile sohbet etse, erler topluluğuna ulaşamaz.”
Hz. Pir Niyazi Mısri Divanı Şerhi’nde şöyle buyuruyor: “
“Bu yolun mihneti, yani zahmeti şudur ki, yarân her zaman bulunmaz. Çünkü gerçek tevhîd ehli pek nâdir bulunur. Meselâ, buradan kalkıp Mısır’a bir tevhîd ehli bulup, muhabbet ve sohbet etmek için gidersiniz, sonra o gittiğiniz yerde ya bir ahbab bulursunuz yahut bulamazsınız. Çünkü bulunmaz şeydir, bulunursa da gizlenirler. İşte bunun için merdanlık, yani yiğitlik gerekir ki, sen de buna dayanamazsın.”
Peki, Melâmiler sohbetlerine avamları da dâhil etselerdi, muhabbet ve sohbet etmek için Mısır’a kadar gitmeye ve bunca zahmet çekmeye ne gerek vardı? Görüldüğü gibi sohbet ancak ehli ile olur.
Rivayet olunur ki Hz. Ali’nin huzuruna bir adam gelir ve
” Ya Ali ! Ben seni çok seviyorum ” der.
Hz. Ali bir anlık sükutun ardından adama döner ve
” Sen yalan söylüyorsun ” der.
Adam , Hz. Ali’ye bir kaç kez aynı şeyi söylemesine rağmen Hz. Ali’nin kararlı tavrı neticesi itiraf etmek zorunda kalır ve
” Ya Ali , benim yalan söylediğimi nasıl anladın ? ” der.
Hz. Ali adama şöyle cevap verir :
” Sen yanıma gelip ‘ Ya Ali , ben seni çok seviyorum ‘ dediğinde , ben dönüp kalbime baktım. Kalbimde sana karşı bir sevgi bulamadım. Buradan yalan söylediğini anladım. Eğer sözün doğru olsa idi benimde kalbimde sana karşı sevgi olduğunu görürdüm ” der.
Batın alemi dedikleri, insanın bizahati gönlüdür.
O gönül ki kendini Vav ile remzeder.
Vav aşkı fena (hiç) ile makamını elif eder,
kaldırır perdeyi didarı cemale niyaz olur.
Bazen anne karnındaki hale benzer, bazen secdedeki hale döner. İnsan vav olduğunun şuurunu ölünce anlar, o zaman elif olur. Bu rüyadan uyanıp başka bir rüyanın seyrine dalmak için can, seyyah olup Aşk-a yelken açar. Katrenin ummana dalması kolay değildir. Gaflet uykusundan uyanmak için realite, an-da LA olmaktır. Hikmet tenine üfürülen nefesin sahibine (Hakk’a) ulaşıp, ender fena fillah vuslatına tecellidir. Filhakika dünyanın leş olma tabiri ile insanın boynuna asılan gerçek putların mal mülk sevdası onun ayağındaki prangalardır. Gururu ve kibiri perdelerin en sertidir. Bunları aşmak teslimi rıza kapısından girip turap olmaktır. Razı olan ve olunan aynı zamanda helal olandır. Her yol çetindir ama; Aşk yolu ateşlerde yanarak pişmek sofraya bede gelmektir. Zuhurda kün ile nazar kılınan adem, elif ile alemlerin anahtarı vav ile alemdir..
BİR HAT ÇEKTİK İKİ KAŞIN ARASINDAN AŞK İLE ADEME VAV GÖRÜNDÜ KALDIRDIK CEMALİNDEN NİKABINI İSM-İ AZAMDAN ELİF GÖRÜNDÜ………
Aşk-ı Fena Fillah, Mustafa Şanalan