MELAMET VE FAKİRLİK

MELAMET VE FAKİRLİK

Melâmîler ve Fakirler Hakkında.

Bu adamlardan bir grubu, Melâmîlerdir. Bazen Melâmetîyye diye de söylenir, fakat bu zayıf bir okuyuştur. Onlar, Allah yolunun mensuplarının efendileri ve imamlarıdır. Âlemin efendisi ki Allah’ın Peygamberi Hz. Muhammed’dir onların içindedir ve onlardan biridir.Onlar, işleri yerli yerine koyan ve sağlamlaştıran hikmet sahipleridir. Onlar, sebepleri yerli yerinde bırakır, aşılmaları gereken yerde ise onları aşarlar. Onlar, Allah’ın yaratıklarındaki düzenini kendi anlayışlarına göre ihlal etmezler. Dünya hayatının gerektirdiği şeyi dünya hayatına bırakırlar, ahiret hayatının gerektirdiğini de ahiret hayatına bırakırlar. Onlar, Allah’ın kendilerine baktığı gözle eşyaya bakarlar, hakikatleri karıştırmazlar.

Çünkü Allah’ın koymuş olduğu yerden bir sebebi kaldıran kişi, hiç kuşkusuz, onu koyana saygısızlık yapmış, onun değerini bilememiş demektir. Sebebe dayanan ise, hiç kuşkusuz (sebebi koyana) ortak koşmuş, ilhada düşmüş, doğa âlemine bel bağlamış demektir.

Melâmîler sebepleri kabul eder, fakat onlara bel bağlamazlar. Onların dürüst talebeleri, adamlık tavırlarında farklı derecelerde bulunur. Başkalarının talebeleri ise, nefs kaynaklı duygularda farklı mertebelerdedir.

Melâmîlerin değeri bilinmez, onları sadece kendilerini gizleyen ve bu makamı kendilerine tahsis eden Efendileri bilebilir. Onları sınırlayan bir sayı yoktur, sayıları artar ve eksilir

Sayısı belli olmayan adamlardan bir grup ise dir (fukara). Onları da belirleyen bir sayı yoktur, sayıları artar ve eksilir. Allah haklarında bir tanıklık yaparak, bütün varlıkları onurlandırmak üzere, şöyle buyurmuştur: ‘Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız!’[i] Fakirler, ‘Allah’ın isimlendirmesi bakımından her şeye muhtaç kimselerdir.

Çünkü hakikat, Allah’tan başkasına muhtaç olunmaya imkân vermez. Allah, bütün insanların Allah’a muhtaç olduğunu bildirmiştir. Fakirlik ise, onlardan meydana gelir. Buradan, Hakk’ın muhtaç olunan her şeyin sûretinde ortaya çıktığını anladık. Bu ayetin gösterdiğine göre, hiçbir şey Allah’a muhtaç olan yoksullara muhtaç değildir. Onlar ise, her şeye muhtaçtır.

İnsanlar eşya vasıtasıyla Allah’tan perdelenmişlerdir. Bu efendiler ise, eşyaya Hakk’ın mazharları olarak bakarlar. Allah, bu mazharlarda, hatta onların varlıklarında kullarına tecelli etmiştir.

Öyleyse insan duyma gücüne, görme gücüne ve zâhirde ve bâtında bütün organ ve idrak araçlarına muhtaçtır.

Hakk güvenilir bir (kutsî) hadiste “Allah kulun duyması, görmesi ve elidir” buyurmuştur. Muhtaç, kulağına ve gözüne muhtaç iken, gerçekte Allah’a muhtaçtır. Öyleyse kulun duyması ve görmesi, Hakk’ın bir tecelligâhıdır. Bütün eşya da bu konumdadır. Binanaleyh Hakk’ın varlıklarda sirayeti, son derece latif olduğu gibi eşyanın birbirine sirayeti de böyledir. Bu durum (işârî yorumuyla) ‘Onlara ayetlerimizi ufuklarda ve nefslerinde göstereceğiz’[ii] ayetinde belirtilir. Burada ayetler, Hakk’a ait mazharlar olduklarını gösteren kanıtlardır. Allah’a muhtaç olanların hali budur. Yoksa sûfilerin yolu hakkında bilgisizlerin zannettiği gibi değildir!

Fakir, her şeye ve kendine muhtaç olduğu halde hiçbir şeyin muhtaç olmadığı kimsedir. Hallerin en üstünü budur.

Ebu Yezid şöyle der: “Rabb’im! Sana neyle yaklaşabilirim?’ Hakk cevap verir: ‘Bana ait olmayan şeyle: yoksulluk ve horluk.”

Allah Teala şöyle buyurur: ‘Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım.’[iii] Yani, benim için zelil olsunlar diye yarattım. Benim için zelil olmazlarsa, eşyada beni bilemezler. Bu nedenle, kendisinde zuhur ettiğim şeyler için değil, benim için zelil olmalıdırlar. Onların varlıkları, benim mazharım olmaları dolayısıyla, ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla onların varlıkları da, benim. Onlar, varlıklarında kendi varlıklarından başkasını görmezler. Allah mürşiddir, iç gözleri aydınlatandır.

{ Muhyiddin İbn Arabi (ks) }